Open Menu

 

tarik.akiltopu.com yazılar
bölüm 2

Kalekapısı

Antalya'nın iskeleden sonra ikinci ticaret merkezi Kalekapısı'ydı. Şehrin topoğrafik yapısı da bunu gerektirmiş ve Antalya da bu merkez etrafında genişlemiş, yayılmış. Bu gün bile eskisi kadar olmasa da yine önemini koruyor. Şimdi gelin eski Kalekapısı'nı bir şiirimle anlatayım.

KALEKAPISI

KALEKAPISI ANTALYA'NIN
DÜĞÜM NOKTASI
KALEKAPISI DEMEK ESKİDEN
ANTALYA DEMEKTİ
ANONSLAR ORADAN YAPILIR
TELLALLAR ORADA BAĞIRIR
DARAAĞACI ORADA KURULUR
EŞKİYALAR ORADA ASILIRDI
SAAT KULESİNİN ÖNÜNDE
FAYTONLAR PARK EDERDİ
KULE DİBİNDE
YOLLAR ÇAMUR DERYASI
KALE DİPLERİ SİDİK KOKARDI
ANTALYA'NIN KALBİ ORDA ATARDI
TİCARET MERKEZİ ORASI İDİ
OTELLER ORADA İDİ
İKİ KAPILI HAN
zİNCİRLİ HAN, LONCA ALTI
ORADAN İNİLİRDİ İSKELEYE
BALIK ORADA
RAMAZAN PİDELERİ
ORADA SATILIRDI
AÇIK TEZGAHLARDA
YAZ AYLARINDA
TESTERE İLE KESİLİP, İP İLE BAĞLANAN
BUZ KALIPLARI ORADAN ALINIR,
ÖYLE GİDİLİRDİ EVLERE
ODUN YÜKLÜ EŞEKLER
BUĞDAY YÜKLÜ DEVELER
ORADAN GEÇERDİ
ANTALYA DEMEK
KALEKAPISI DEMEKTİ
ORADA ATARDI ANTALYA'NIN KALBİ

Kalekapısı ile ilgili bir şiirimi daha okumadan geçemeyeceğim.

                               NE YAPAYIM BEN

KALEKAPISI DEYİNCE
KALELERLE KULELER Mİ GELİR
AKLA SADECE
KALEKAPISINA İNİP DE
TELLAL AKİF'İ GÖRMEZSEM
ŞUFİ'NİN ÇORBASINI İÇMEZSEM
RASTLAMAZSAM
ALİ ZURARİ'YE
SATAŞMAZSAM,
YOLSUZ'A SİSİ'YE
UĞRAMAZSAM,
TURŞUCU HAMDİ'YE
DÖNERCİ HAKKI USTA'NIN
DÖNERİNİ
YEMEZSEM

BÖREKÇİ HAMZA'NIN
BÖREĞİNİ
NE YAPAYIM BEN
KALEKAPI'NIN BÖYLESİNİ

Hızımı alamadım bir şiir daha;

SAKIN ŞAŞMAYIN
İNİYORUM HERGÜN KALEKAPISI'NA
BAKINIYORUM ETRAFIMA
NE İSPİRTO İÇEN ALİ ZARURİ VAR
NE TELLAL AKİF VAR ORTALARDA
YOLSUZ MEHMETLER
SİSİ MEHMETLER NERELERDELER
HANİ HARPUTLU ALİ
HANİ KARAMÜDÜR RAHMETLİ
HANİ HİLAL ALİ BEYLER
HANİ İNKİŞAF ÖMERLER
HEPSİ TERKİ DÜNYA ETTİLER
EĞER BİRGÜN
GÜNDÜZ VAKTİ
DİYOJEN MİSALİ FENER ELİMDE
ANTALYALI ARIYORUM DİYE
SOKAKLARDA KOŞARSAM RASTGELE
SAKIN ŞAŞIRMAYIN
BENİ DELİ SANMAYIN


Hüsnü Karakaş

Antalya'nın unutulmayan 1930'lardaki Belediye Başkanı idi, sevilen sayılan otoriter bir insandı. Kaleleri o yıktırdı, elindeki bir tek demirle tek başına yıkan çingen Hasan, sonunda  yıktığı bir taşın altında can verdi. Karakaş çok dar olan, Kalekapısı'nın şimdiki Vakıf İşhanı'nın önündeki caddeyi genişletti. Buna çarşı esnafı isyan etti. "Bu kadar geniş cadde mi olur, buraya Karakaş teyyaremi indirecek" dediler. "Karakaşın boynuzları mı sığmadı" diyenler oldu. Karakaş Belediye Başkanı iken, Atatürk Antalya'ya geldi. Karakaş Atatürk'e , "Paşam şehir nefes alsın diye, kaleleri yıktırdım" deyince, Atatürk oraya yeni yapılmış binaları göstererek "O kaleleri yıktırdın da, bu kaleleri niye yaptırdın?" dedi. Hüsnü Karakaş'ın belediye başkanlığı sırasında, Antalya valis Abidin Özmen'di. Vali okullar ve eğitim konusunda Atatürk'e o kadar geniş bilgi vermiş ki, Atatürk onu hemen Milli Eğitim Bakanı yaptı.


Antalya'da Çimme Yerleri

Bu konu Antalya için önemli bir konu tabiiki. arıklar, çaylardan sonra Antalya'da çimme yerleri şunlardı; Deliktaş, Kirinos, Yeni dünya, Mermerli, İskelede navunaların karaya çekilip tamirat yapıldığı kumsal yer olan Kumluk ve tabii Konyaaltı, Lara plajları. Mermerli denen dar kumsalın üzerindeki düzlük bir zamanlar ceviz kütüğü deposuydu. Bu kütükleriMermerlinin yüz metre ilerisinde, denize demirlenmiş olan ohşap, dört direkli yelkenli Arap cerimeleri (gemileri)yükler, İskenderiye'ye götürürlerdi. Dah sonra bu düzlük krom madeni deposu oldu. Şimdiağaçlandırılmiş durumda.


Arabacı Arafa

Antalya'nın hafızalarındam kolay kolay silinemiyecek simalardan birisi de Arabacı arafa'dır. Külüstür faytonunda, ayaklarının dibinde rakı şişesi, kambur vaziyette oturuşu, elindeki kırbacı ile enteresan bir adamdı. Devamlı sarhoştu, arabasının arkasında dingile yapışıpt da kırbacını yememiş çocuk yoktur. Arabacı Arafa araba üstünde uyurdu. Atlar arabayı evinin önüne götürür, orada dururdu


Bahriyeli Osman

Evet Bahriyeli Osman 1935'lerde Antalya'da otomobili olan tek adam, Antalya'da çok acil hastalık durumlarında, İstanbul'a gitmesi gereken hastaları o bir bastır iki kaldır Ford arabası ile Afyon'a götürür, hasta Afyon'da trene biner İstanbul'a giderdi. Şimdi o günleri anlatan bir şiirim.

                          ÖZLEM DUYARIM

BAZEN DALAR GİDERİM
OTUZLU, OTUZBEŞLİ YILLARA
ARABACI ARAFA'NIN
KIRBACI GELİR HATIRIMA
HALA AKLIM ERMEZ
SUCU AHMET'İN

BİR EŞEKLE
ÜÇ KARI ALIŞINA
                BİR DE
UDCU ZEYNEP HANIMIN
ELİNDEN DÜŞMEYEN
           SİYAH ÇANTASINA
BAHRİYELİ OSMAN'IN
BİR BAS İKİ KALDIR
FORD ARABASINA
ÖZLEM DUYARIM
TOZUNA TOPRAĞINA
OTUZLARDAKİ ANTALYA'NIN
O BASİT YAŞANTISINA

Ud'cu Zeynep Hanım

Antalya'da hafızalardan silinmeyen isimlerden biri de Ud'cu Zeynep Hanım'dı. Sene 1930-35 o zaman Cumhuriyet Meydanı'nın deniz tarafında iki katlı ahşap evler vardı. Şamlı Ud'cu Zeynep Hanım bu evlerden birinde oturuyordu. Ufak tefek zayıf bir kadın olan Ud'cu Zeynep Hanım elindeki uzun saplı siyah çntası ile yollarda tin tin tin yürürdü. Ona "Ud'cu Zeynep Hanım"  denince kızardı. Udi Zeynep hanım denmesini isterdi. Evlerde sohbetlerde ve düğünlerde hem söyler hem çalardı. şimdi Ud'cu Zeynem Hanım'a bir seda;

KİMİN DERDİNE
DERT ÜSLER BU FELEK
KİMİ HANE'İ, VADETTE KALIP
AH EDEREK
KİMİ SEYRE ÇIKAR
ATLAS'I DİBE GİYEREK
KİMİ MENDİL BULAMAZ
GÖZ YAŞINI SİLECEK

Dokuyüzotuz, otuzbeşlerde Ud'cu Zeynep Hanım hem söyler hem çalardı evlerde.


Bir Anım

Sene 1950 Koca Konfeksiyonun bitişiğinde Mehmet Konuk ve ortağı otomobil acenteliği yapıyorlardı. Ben o tarihte onlardan taksitle bir otomobil  satın aldım. Arabayı bana acentenin önündeteslim ettiler. Ben hayatımda ilk defa direksiyon başına geçerek arabayı çalıştırdım. Birinci vitesle lisenin yanındaki evimizin önüne getirdim. Hevesimi alamamış olacağım arabaya tekrar binip acentanın önünden geçerek, Konyaaltı yokuşunun başına kadar gittim. Tabii hep birinci vitesle ağır ağır. Acentedkiler beni görünce   "delirdi mi bu?" demişler. Evet üç ay ehliyetsiz araba kullandım. O zaman Kalekapısı'nda, üzerinde plaj şemsiyesi olan noktada, ahbabım Tevfik Çavuş duruyordu. Beni durdurdu, para cezası kesti. Ondan sonra ben Kalekapısı'ndan geçmez oldum. Pazar Hamamı'nın önünden kuyumcular çarşısına girip, Hükümet Caddesi'ni takiben çıkıyordum. Baktım bu iş böyle olayacak, İtfaiye Amiri rahmetli Ali Ağa'dan (Ali Mut) sürücü ehliyeti almaya karar verdim. Dostlarım ve arkadaşlarım olan Ömer Kutsal ve İstanköylü Ahmet Ok'tan bana direksiyon dersi vermeleri için ricada bulundum. Ahmet Ok bir gün bana Konyaaltı yolunda ders verirken yüz metre önümden bir adam geçti,  ben heyecanlanıp öyle bir kornaya bastım ki, ahmet Ok "Hop... hop..., şöförlüğün de bir adabı var, böyle adamın anasına küfreder gibi kornaya basılmaz" dedi ve ben bu olayı hiç unutmadım. O vakitler bir bende , bir valide, bir de Ak Hüseyin'de otomobil vardı. bilemediğim daha 3-5 kişide vardıysa o zaman Antalya'da çok çok on kişide otomobil vardı. Sonunda sürücü ehliyeti aldım. İtfaiye amiri Ali Mut bana  ehliyeti verirken "Amatör mü olsun, profesyonel mi" diye sordu. "Ben profesyonel olsun" dedim. Sonra Antalya'ya trafik gelince bu ehliyetim trafik ehliyeti ile değiştirildi.

Askerliğim

1949-50 yıllarında, resmi veya gayriresmi ne inşaat yapılırsa benim elimdeydi. O zamanlar Trak Ahmet Çavuş'un (Otelci) damadı Kayserili Arabacı İsmail Kulak diye biri vardı. Ben o sırada stadyum arkasındaki evleri yapıyorum. Otelci Trak Ahmet Çavuş (Antalya'da ilk evini yaptığım adam) benden damadı İsmail kulak'a bir inşaat işi ayarlamamı rica etti. Ben de elimden geleni yaptım, İsmail Kulak'a bir inşaat ayarladım. Giritli Muharrem Balık ile beraber çalıştılar. kısa zamanda ilerledi. O tarihte Türk Ticaret Bankası'nın inşaatı işi ortaya çıktı. İsmail Kulak Burdur'lu bir mühendis olan Nadir Berksoy ile ortak olup bu inşaatın ihalesini aldılar. Tabii bu inşaatın da tatbikatını, kontrolluğunu ben yapacaktım. Çünkü o tarihte Antalya'da benden başka serbest çalışan mimar ya da mühendis yoktu. Ancak Müteahhit İsmail Kulak ve ortağı bu işi benim yapmamı istemiyorlardı. O tarihlede benim de yaşım 30'u geçmişti. Beni askeriyeye ihbar ettiler ve ben paldır-güldür askere gittim. (Sonradan öğrendim ki İsmail Kulak Adana'da çok zengin olmuş).

O dönemde yedek subaylık onsekiz aydan, oniki aya indirildi.  Ben okul hizmetini İstanbul Halıcıoğlu'nda istihkam olarak yaptım. Bu dönem kısa olduğu için benim gibi askerliğini geciktirmiş ne kadar mimar, mühendis, hukukçu, doktor varsa hepsi bu dönemdeydi. Şimdi hatırımda kalan isimler; Atatürk'ün arkadaşı meşhur Kılıç Ali'nin oğlu Altemur Kılıç, bir zamanlar Karayolları Genel Müdürü olan Atalay Coşkunoğlu ve sonradan profesör olan, mebus olan, bakan olan bir çok zevat bu dönemde askerliklerini yaptılar.

Okul devrasi sona erdi, sözümona kuralar çekildi. Bana Sarıkamış çıkmış. Ben bunu duyunca birkaç gün şokundan kurtulamadım. Çünkü ben 30 senelik hayatımda,Antalya ile İstanbul arasındaki hattan daha doğuya hiç geçmemiştim. Ankara'yı bile görmemiştim. Netice ; pılımı pırtımı toplayıp düştüm Sarıkamış yollarına. Tren, tren, tren vardım Erzuruma. Oradan Sarıkamış'a. Sırtımda eşyam, sora sora vardım 3. Süvari Tümeni'nin olduğu yere. Bir dağın yamacında Ruslardan kalma 2 katlı taş yapı binalar. Sora sora vardım 34. İstihkam Taburu'na. Birkaç teğmen, üsteğmen çıktı karşıma. "Asteğmen hoşgeldin" dediler bana. Beni bekliyorlarmış herhalde. Girdim tek katlı taş yapı binaya, eşyamı koydum odama. Akşam oldu beni götürdüler Bebek Gölü denen ufak gölün kenarındaki lokale. Akşam yemeğini burada yeyip, döndük koğuşumuza.

Ertesi gün başladık yeni hayatımıza. 110 kişilik istihkam bölüğü ve yaşlı beyaz bir at karşımda. Sonradan öğrendim ki bu tümenin yapılacak, onarım ve inşaat işleri on senedir teknik adam gelmediği için askıda kalmış, yapılamamış. İnşaat malzemeleri depolarda dolmuş taşmış, kullanılmamış. Birşey daha geldi kulağıma. İstihkam Taburu'ndaki teğmen veüsteğmenler bir oyun yapacaklarmış bana. Benim 20 - 25 yaşlarımda olacağımı düşünerek bana huysuz, azgın bir at verip düşürmeyi panlamışlar. Amma 30 yaşını geçkin bir yedek subay çıkınca karşılarına bu oyundan vazgeçip, yaşlı, uslu bir at vermişler bana.

Evet Sarıkamış'ta 3. Süvari Tümeni'nin 34. İstihkam Taburu'nda bindim beyaz atıma, 110 kişilik İstihkam bölüğünü aldım arkama başladım çalışmaya.

İstihkam taburu komutanı iyi bir insandı, Erzincanlı Binbaşı(ismini unuttum) birkaç haftada benitanıyınca bütün işleri bana bıraktı. Ben elimdeki programa göre bir daldım çalışmaya, tavla onarımları, Luri'ya, Batler barakaları, Teyyare hangarları derken bir de Kars'da Ardahan'da işler çıktı karşıma. Koş allah koş, çalış babam çalış ve 6 ay sonunda başladığım işler bitmedi. Terhisimiz geldi, bütün yedek subay arkadaşlarım gitti. Kendi isteğimle bir ay daha kaldım Sarıkamış'da. sonunda terhis oldum amma 3. Ordu'dan aldığım bir Takdir Belgesi de yanımda. Paşa sordu, "Bu belgenin suretlerini bir yerlere göndermemizi istermisin?" diye. Ben de "Antalya Valiliğine, Antalya Belediye Başkanlığı'na gönderin" dedim. Göndermişler. Benim bu olay hem Sarıkamış'da, hem Erzurum'da dillerde dolaşmış. Efendim asker hatıralarını anlat anlat bitmez derler ya, hakikaten doğru.

Şimdi bir anımı anlatmadan geçemiyeceğim. Kusura bakmayın. Sarıkamış'da, Kars'da, Ardahan'da yapacağım inşaatların keşiflerini hazırladım. Erzurum'a tasdike götüreceğim.Tabur komutanım bana bir paket verdi. Bu paket şimdi ismini unuttuğum 3. Tümen Komutanı Paşa'dan, Erzurum'da 3. Ordu Komutanı Nurettin Baransel Paşa'ya verilecekmiş. Ve binbaşı Erzurum'da bu iş için nasıl hareket edeceğim hakkında bana izahat verdi. Ben gittim Erzurum'a, yerleştim Orduevi'ne. Keşiflerin tastikini yaptırdım, verilen talimat gereği oradan telefonla Kurmay Başkanı Ragıp Gümüşpala'yı aradım. Kendisine 3. Ordu Komutanı Nurettin Baransel'e, Sarıkamış 3. Süvari Tümeni Komutanı ... Paşa'nın gönderdiği emaneti vereceğimi söyledim. Gümüşpala, Baransel'le görüşmüş bana hangi saatte paşayı ziyaet edeceğimi bildirdi. Ve ben o saatte, Hollywood'da bile bulunmayan, Baransel'in o muhteşem villasına gittim.

Üstü sarmaşıklı, çiçekli kamelyaların altından geçip villanın önüne geldim ki, havuz başında Baransel Paşa şezlongunda gazete okuyor. Bir selam, arkasından künye, onun arkasından hediye paketi. Paşa villanın içindeki hanımı çağırdı. O zaman anladım ki bu hediye Baransel Paşa'nın hanımına aitti. Baransel Paşa bana, "Erzuruma bunun için mi geldin?" diye sorunca "Hayır paşam , keşifleri tastike getirdim." dedim. Ve arkasından Baransel Paşa bana "sen necisin? dedi. "Mimarım" dedim. "Yükseği de var mı?" dedi. "Evet var paşam" deyince, Mimar Sinan alçak mimarmıydı?" dedi. Ben şaşırdım, cevap veremedim. Durumu farkeden Baransel Paşa, "şaka, şaka" deyip beni rahatlattı.

Bu hikaye burada bitmedi. Benden sonra Sarıkamış İstihkam Taburu'na gelen mimar mühendis yedek subaylara gerek Sarıkamış'da gerek Erzurum'da benden o kadar sözetmişler ki, memleketim Antalya'ya gelip mimarlık çalışmalarımı yaparken beni merak eden, görmek istiyen çok insan geldi. Bu konuyu benden sonra Erzurum'da askerliğini yapan sevgili kardeşim Ulvi Yerebakan'da duymuş. Bu yazımda tabiatıma uymayan bir iş yaptım. Kendimi istemeyerek methetmek mecburiyetinde kaldım. Okurlarımdan özür dilerim.


Mimari Özelliği Olan Bir Bina Yapamıyordum

Evet müşterilerime mimari özelliği olan bir bina yapamıyordum. Müşterilerim klasik yapı biçimlerinin dışına çıkmak istemiyorlardı. Onların kafasında belirli alışılmış bir ev tipi vardı. Onun için bu konuda hevesim içimde kaldı. Ancak 1954 yılında 3 - 5 kuruşum olunca bu hevesimi tatmin etmek için Zincirkıran caddesi'nde Hacı Sait Camii önündeki arsama Antalya'lının kabullenemediği mimari espirisi olan tek katlı bir bahçe evi yapmaya karar verdim. Binayı yaparken görenler neler demediler ki, "Herhalde benzin istasyonu yapılıyor" diyen de oldu, bacayı görenlerden "Fırın yapılıyor" diyen de oldu. Bina yapılınca özellikle bu binayı görmek için gelenler de çok oldu. O zaman bu binayı on bin liraya mal etmiştim. Binanın planını yaparken Side'deki Roma evlerinden ilham almıştım. Arkada avlusu ve havuzu da vardı. Sonradan yıkıldı yerine apartman yapıldı. Çok pişmanım, bereket fotoğrafları var.


Yetmişimden Sonra Şairliğe Nasıl Başladım ve İlk Şiirim

Efendim çok yoğun bir çalışmayı gerektiren kırk yıllık bir mimarlık çalışmamdan sonra işi bırakınca kendimi boşlukta hissettim. Ne yapacağımı, neyle uğraşacağımı bilemedim. Nasıl oldu bilmem bir gün Antalya'ya olan aşırı sevgim beni şiir yazmaya itti ve ilk şiirim geçmişi özleyen nostaljik bir şiir oldu.

Şöyle ki, sene 1988

ŞİMDİ SEN NERDESİN?

ARKAMIZA GRUBU ALARAK
RESİM ÇEKTİRDİĞİMİZ
ÇİTLENBİK AĞACI
DELİKTAŞ, KİPRİNOS, YENİ DÜNYA
CADDELERİ TOPRAĞA KARIŞMIŞ
HAYVAN PİSLİĞİ KOKAN ANTALYA
       ŞİMDİ SEN NERDESİN?
KIRKBEŞ DERECE SICAKTA
SOLUYAN KERTENKELELER
KALELERİ YIKARKEN ÖLEN
ÇİNGEN HASAN
        ŞİMDİ SEN NERDESİN?
GÖVDESİNDEKİ KOVUĞU
DÜKAN OLAN
BULUNDUĞU SEMTE İSMİNİ VEREN
ULU ÇINAR AĞAÇLARI
        ŞİMDİ SİZ NERDESİNİZ?
ADRASAN'DA VAPURUN GÖRÜNDÜĞÜNÜ
BORUSU İLE İLAN EDEN TOPAL HASAN
        ŞİMDİ SEN NERDESİN?
SICAK YAZ GECELERİNDE
KARAALİOĞLU PARKI'NDA
BANKLARIN ÜZERİNDE UYUYAN
ASİL KARAFERYA ÇİNGENELERİ
         ŞİMDİ SİZ NERDESİNİZ?
UD'CU ZEYNEP HANIM
SİSİ MEHMET, YOLSUZ MEHMET
DAYI MEHMET ALİ
KARANFİLLİ BAY MURAT
          ŞİMDİ SİZ NERDESİNİZ?
ANTALYA'M
ÇOCUKLUĞUMUN ANTALYA'SI
           ŞİMDİ SEN NERDESİN?


Antalya'da İz Bırakan İsimler

Hatırladığım kadarı ile Antalya'da popüler olmuş isimler;

Haşim İşçan, Muharrem Önal, Hüsnü Karakaş, Burhanettin Onat, Aşir Aksu, Fikri Erdem, İhsan Sabri Çağlıyangil, Ak Hüseyin, Ali Oğuz Konuk, Ahmet Bileydi, Bay Murat (Murat Yerebakan), Dayı Mehmet Ali, Mafta Ali, Ahmet Zaman, Mahmut Konuk, Harputlu Ali, Karamüdür, Ömer Özen, Mehmet Ali Gönen, Hasan Ali Gönen, Fırıncı, Küpeli, Kürdün Mehmet, Yolsuz Mehmet, Sisi Mehmet, Yedi Mehmet, Tellal Akif, Topal Hasan, Ud'cu Zeynep Hanım, Arabacı Arafa, Bahriyeli Osman, Çalgıcı Kör Ali, Davulcu Beşi; Turşucu Hamdi, Hamal himmet, Hamalbaşı Sülü, Aşçı Başı Hüseyin, Piyazcı Sami, Boğaçacı Onsekiz, Arabacı Hamdi Boru, Peynirci Muammer, Tandırcı Mehmet, Çorbacı Sufi, İskeleden Hamdi Kaptan, Osman Kaptan, Çapacı Mehmet Kaptan, Gani Çavuş, Ekizler, Alisi, Tek Taşşak, Geyikoğlu (bunlar dondurmacı), Süleyman Kaçarali, Naşşar Mehmet Efendi ve Naşşarlar sülalesi, Horoz Ahmet, Şeytan Hafız, Yıldız Hafız.

 

1930'larda Antalya'da Spor

1930'larda Antalya'da spor alanı şimdiki kapalı spor salonunun olduğu teredeydi. Ve orada bir klüp binası vardı. O zaman Antalya'da iki klüp vardı. Biri sarı kırmızı formalı İdman Yurdu, diğeri kırmızı yeşil formalı İlk Işık sonra Esnaf Spor Klübü kuruldu. O tarihte hatırımda kalan birkaç futbolcu ismi şunlar; Santrafor Hüsnü, Kaleci Lion, Kaleci Zamora (Helvacı Mustafa).


Şehir Klübü

1950'lerden önce Atatürk Caddesi'nde Ziraat Bankası'nın karşısında, köşede altı dükkan olan iki katlı binanın üst katı Antalya Şehir Klübü idi. Vali İhsan Çağlıyangil'in büyük desteğiyle Fener mevkiinde, falezlerin üzerinde tek katlı bir bina inşaa edilerek oraya taşındı. Antalya'nın kalbur üstü tüccar, esnaf, işadaları bu klübün üyesi idi ve Antalya'nın sorunlarının görüşüldüğü, en tazehaberlerin alındığı, sohbetlerin yapıldığı, bir odasında kumar oynanan bu şehir klübü hakkında yazdığım şiirim;

EY FENER'DEKİ
ANTALYA ŞEHİR KLÜBÜNÜ
                 YAPTIRAN
RAHMETLİ ANTALYA VALİSİ
İHSAN ÇAĞLIYANGİL
EY ŞEHİR KLÜBÜNÜN
         RENKLİ SİMALARI
ELİNDE SAZI İLE
GÖKTE YILDIZ YÜZALTMIŞ DİYEN
YÜZELLİ KİLOLUK DAYI MEHMET ALİ
eY YENA DİYE SÖZE BAŞLAYAN
RAHMETLİ KARANFİLLİ BAY MURAT
CÜCE HAFIZ, ŞEYTAN HAFIZ, ENVER AK
YÖRÜKZADE FUAT, BAKIRLI FUAT
EY GEBECELİ, ALİ MESUT İNCİ
EY KEMAHLI KONUK SÜLALESİ
SİZLERE NE OLDU
EY ANTALYA'NIN KALBİ ŞEHİR KLÜBÜ
SANA NE OLDU

Evet nasıl oldu bilemedi Antalya bu klübü kaybetti. Koç'un eline geçti. Şimdi yerine Talya Oteli'nin kongre salonu inşaa edildi.


Antalya'da Sivrisinek

Efendim öteden beri Antalya deyince ilk önce sivrisinek akla gelirdi. Antalya2nın civarında kazalarda o kadar çok bataklık vardı ki Antalya ve yöresi halkı sıtmadan kırılıyordu. Birisi Antalya'ya tayin olunca  eyvah der kara kara düşünürdü. Lisedeyken Manavgat'tan, Finike'den gelen çocuklar yüzlerinden, şiş karınlarından belli olurdu. O zaman sıtma mücadelesi başladı. Bu işe en büyük hizmet eden Sıtma Mücadele Reisi Elmalılı rahmetli Ferruh Niyazi Ayoğlu'dur. O tarihte lisede çocuklara kinin, atebrin içiriyorlardı. Bu sıtma öteden beri Antalya'nın nüfüusunun az olmasına sebeb olmuştur. Çok şükür alınan tedbirlelrle o günler geride kaldı. Şimdi başka tehlike ortaya çıktı, ipini koparan Antalya'ya geliyor. Bilhassa  son senelerde hem şehir büyüdü hem nufus dışarıdan gelenlerle çok arttı. Doğma büyüme Antalya'lı çokaz kaldı. İşte şiirim;

                 SEN KAYBOLMA

ANTALYA HAKKINDA LAF ETMEK
BANA DÜŞER ELBETTE
ONSEKİZ MART
BİNDOKUZYÜZ ON SEKİZ TARİHLİ
TAPUSU VAR CEBİMDE
DIŞARIDAN GELENLER
ÇOĞALDI SON GÜNLERDE
KAPIMIZ AÇIK
MİSAFİRLERİMİZE YİNE DE
KIRŞEHİRLİ, YOZGATLI
BUYURSUN GELSİN AMA
ANTALYALIM NE OLUR
SEN KAYBOLMA

Seksen yıllık Antalyalı ben bunun acısını çekiyorum. Sabah gidiyorum, öğleyin evime dönüyorum. Selam veren bir aşina sima çıkmıyor karşıma. Gel de şimdi şu şiiri yazma.

               ESKİLERDEN KİM KALDI

CADDELERİNDE DOLAŞTIM
SOKAKLARINDA DOLAŞTIM
      ANTALYA'NIN
SELAM VEREN OLMADI
HATIR SORAN OLMADI
MERAK ETTİM ACABA
ESKİLERDEN KİM KALDI
NEREDESİNİZ ESKİ DOSTLAR
NEREDESİNİZ ANTALYALI'LAR
BU İŞ BÖYLEMİ OLACAKTI
BU ÖMÜR BÖYLE Mİ BİTECEKTİ !..


Atatürk Anıtının Hikayesi

Sene 1964... Atatürk Anıtını Yaptırma Derneği Başkanı rahmetli Muharrem Önal. Ben derneğin teknik müşaviriyim. Muharrem bey bir gün bana "akıltopu, paramız epey birikti, bu işe başlasak iyi olacak" dedi. Bundan sonraki iş bana düşüyordu. Ben bu işin nasıl yapılacağı hakkında bilgi almak için İstanbul'a, mezun olduğum okula Güzel Sanatlar Akademisi'ne gittim. Hocam profesör mimar rahmetli Sedat Hakkı Eldem ve Mehmet Ali Handan ile görüştüm. Bana yarışma şartname örnekleri verdiler ve iki kademeli yarışma yapmamızı önerdiler. Dernek olarak bu yarışmayı gazetelerle Türk heykeltraşlarına duyurduk. 28 heykeltraş bu yarışmaya katıldı. Projeler Tekni Üniversite salonlarında sergilendi teşkil edilen seçici jüri heyetinde derneği temsilen ben de bulunuyordum. Bu 28 proje içinden 5 proje ikinci yarışmaya girme hakkını kazandı. Ve bu 5 proje sahibi heykeltraş arasında yapılan ikinci yarışmada bugün uygulamasını yapmış olduğumuz silifke'li profesör heykeltraş Hüseyin Gezer'in projesi birinciliği kazandı. Bu arada biz dernek olarak anıtın yapılacağı yeri tesbit ettirmek için iki profesör mimar davet ettik. Ben onlara muhtelif yerler gösterdim. Neticede anıtın şimdiki yapıldığı yer Cumhuriyet Meydanı uygun görüldü. Heykeltraşın gönderdiği proje üzerine kaideyi ben inşaa ettim. Uygulaması oldukça zor olan içi boş betonarme kabuk kaidenin inşaatına Tekniker Nedim Yaltırak'ın büyük emeği geçti. Kaidedeki granit taşlarını o zamanki Karayolları 13. Bölge Müdürü olan Orhan Büyükalp Yenice'den kendi kamyonları ile getirdi. Heykeltraş yaptığı bronz heykeli kamyonla Antalya'ya getirdi, yerine beraber koyduk. Ancak üzülerek söylemek isterim ki, heykeltraşın kaide projesinde dik yüzeylere Kurtuluş savaşı'nın önemli muhtelif tarihleri yazılacaktı. Ustalara bu granit taş üzerine bu yazıları yazdırtamadım. Kaide betonarme kabuk olup içi oda gibi boştur. Bronz heykelin ağırlığını 4 adet betonarme kolon taşımaktadır. Bu kaidenin içine bir taş kapak çılarak girilebilir.


Tarihi Kaleiçi

Kaleiçi Antalya'nın çekirdeği iskele ile Antalya'nın ilk yerleşim bölgesi Roma kalelerinin içinde sınırlı bir yerleşim alanı olduğu için burada parseller ufak, yolar dar tutulmuştur. Her parselin yarıı ev yarısı bahçedir. Kaleiçi'nin dar sokaklarında mutlaka arık vardır. Her evin bahçesinde de mutlaka havuz vardır. Kaleiçi'nin devamlı iki önemli sokağı olup, biri Üçkapılar'dan başlayıp ortası üstü kapalı arıklı olan ve Hıdırlık Kulesi'ne varan Hesapçı Sokağı, diğeri Yenikapı'dan başlayıp Balık Pazarı'nı takiben iskeleye varan yoldur. Hesapçı sokağının ortasından üstü kapalı olarak akan arığın yol kavşağında üstü taşla kapanmış rögarlar bulunur. Bu rogarlar çalaka denilen otla tıkanınca sular yola taşar. Belediye çalaka ekipleri çalakaları temizler, suların akmasını sağlar. Kaleiçi'nin sakinleri Rum ve adalardan Kıbrıs, Rodos, İstanköy'den gelmiş Türkler ve de Toroslardan inmiş yörük ve yörük ağalarıdır. Yörük beyleri burada Türk mimarisine örnek teşkil eden büyük iki katlı konaklar yaptırmışlardır. Kaleiçi'nde bir de iskele esnafı Arap kökenli kayıkçılar, gemiciler oturuyorlardı. Zamanla kaleiçi'nde oturanlar, bilhassa Rumlar kale dışında yerleşim bölgeleri tesis etmek zorunda kalmış ve kale dışında surların etrafında yeni mahalleler kurmuşlar. Haşimİşçan Mahallesi (sinan), Yenikapı semti gibi. Türkler ve Arap kökenliler Balbey, Elmalı, Kışla mahallelerini kurmuşlar (buralara hemen hemen hiç Rum girmemiş). Rumlar Mübadele ile Yunanistan'a gidince, Kesriye muhaciri Türkler, birincisi 1923'de, ikincisi 1927'de olmak üzere mübadele ile Antalya'ya gelmiş ve Rum evlerine yerleştirilmişlerdir. 1927'deki Kesriye muhacirlerinin gelişini hatırlıyorum.


Raporum Yandı

Biz de Üçkapılar'ın 50 metre ilerisinde Hesapçı Sokak'ta, Kesriye muhaciri Demir Ağa'nın evinde oturuyorduk. Ben ilk mektebi bu tarihi evde iken okudum. O senelerde Kaleiçi'nde büyük yangınlar oluyordu. Evet bu Kaleiçi'nden sonra, sırası gelmişken  mesleğim gereği Kaleiçi'ndeki Türk ve Rum evlerinden söz etmek istiyorum. Ben üç defa muhtelif sebeblerle Kaleiçi ve Kaleiçi evlerinde her bir bir ay süren çalışmalar ve incelemeler yaptım. İlk çalışmam Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü'nde okurken oldu. O vakit Kırkmerdiven'in hemen yanındaki bugün Turban'ın restore etmiş olduğu İsmat hanımın, Aklar'ın ve de Misistireli Ahmet (Ahmet Baç) Efendi'nin evlerinin rölevelerini yaptım. Bu binaların yapmış olduğum röleve planları ile fotoğraflarını raporumla beraber Güzel Sanatlar Akademisi Milli Mimari Şubesi'ne profesör yüksek mimar rahmetli Sedat Hakkı Eldem'e teslim ettim. Sonradan duydum ki, Akademi yangınında bunlar yanmış.


Kaleiçi'nin Evleri

Şimdi gelelim Türk evleri ile Rum evlerini anlatmaya. Baştan şunu söyleyeyim ki Rum evleri ve Türk evleri ne mimari plan bakımından ne de yapı tekniği bakımından birbirine hiç benzemez. Ve de birbirinden hiç kopya almamışlardır. Rum evleri kapalı dikdörtgen biçiminde olup, alt katı da bir sofa etrafında, iki taraflı sıralanmış odalardan oluşur. Sofanın yola bakan tarafı çıkma (Şahnişin) şeklindedir. Ev bahçeden tamamen ayrılmış olup, bahçeye ya alt katın sofasından, ya da mutfaktan bir kapı ile geçilir. Rum evlerinde ahşap merdiven odalar arasındaki, kendi yuvasındadır. Rum evlerinde handesi hatlar hakimdir ve işçilikler iyidir. Dış cephede evlerin alt kat duvarları taraklı kesme taş olup, üst katları bazen tuğla duvar üzerine sıva, bazen ahşap çatma duvar ve bağdadi üzerine kıtıklı sıvadır. Cumbaların (Şahnişin) çıkmaları altında dökme demir profilli konsollar bulunur. Binaların pencereleri kaldırma (giyotin) olup, pancurlar açılır kapanır baklalıdır. Tavanlar saçak altları ahşap kaplamalıdır. çatı ahşaptır, üzeri Marsilya tipi kiremitle örtülüdür, ahşap kısımlar, tavanlar yağlı boyadır. Ana kapıdan doğrudan doğruya alt katın sofasına girilir, kapının önünde pabuçluk vardır.

Gelelim Türk evlerine. Toroslardan inen yörük ağası, oradaki evinin biçimini ve yaşantısını daha büyük ölçülerde olmak üzere Kaleiçi'ndeki evinde de uygulamıştır. Yörük ağasının evi iki katlı olup, alt katta oturulmaz. Ev Rum evlerinde olduğu gibi dikdörtgen şeklinde kapalı bir mekan olmayıp alt katta da arkadaki bahçe ile kucak kucağadır. Kat yükseklikleri 4 - 5 metredir. Eve bazen develerin de girebileceği yükseklikte bir ana kapı ile girilir. Burada bahçe ile kucaklaşmış, genellikle zemini toprak olan geniş bir avlu bulunur. Bu avlunun  zemini bazı evlerde Kıbrıs mozayiği dediğimiz desenli çakıl döşemedir. Ana kapıdan karşısında bahçe olan avluya girince hemen kapının sağında, solunda iki oda bulunur. bu odalara zahire konulur. Köyden gelen buğday, mısır gibi erzak konur. bazı evlerde bu geniş avlu ile bahçe arasında ahşap çıtalarla yapılmış kamelya olup, bu kafeslere yasemin, akşam sefası gibi sarmaşık çiçekler sardırılır. Bu avludan zahire odasının yanından açıkta ahşap merdivenle üst kata çıkılır. Tavanlar yüksek olduğu için yarı yerde sahanlık bulunur. Bu sahanlıktan zahire odasının üstünde ara kat bir odaya, uşak odasına girilir. Bu odanın avluya, ana kapıya bakan bir penceresi olup, uşak bu penceredeki ip ile ana kapıyı açar gelenle ilgilenir.. Merdiven üst katta, bahçe tarafından evin yarısını teşkil eden ve günlük yaşamın geçtiği sofaya (hayat) çıkar. Bu kat esas oturulan kat olup, yarısı sofa, yarısı gecenin geçtiği yatak odalarıdır. Bu odalar genellikle kuzeye ve yola bakar. Yola bakan duvarları kalın, taş duvar olup içinde ahşap davlunbazlı ocaklar vardır.


Hayatın Geçtiği Yer

Günlük hayat bahçeyi kucaklamış durumda olan sofada(hayatta) geçer. Bu sofanın dar olan bir kenarı kalın taş duvar olup, içinde ahşap davlunbazlı ocak bulunur. Evin alt kattan gelen ahşap merdiveni hemen bu ocağın yakınından sofaya çıkar. Evin kadını bu ocağın önünde bir örtü üzerine sofrasını koyar, yufkasını burada açar. Gözlemeleri, bazlamaları burada yapar ve bu ocakta pişirir. Bazı evlerde bu ocağın karşısındaki sofanın öbür karşısındaki dar kenarında kilimler üzerine konmuş şiltelerde evin ağası oturur. Misafirlerini burada kabul eder. Eyvan denen sofanın bu köşesi sofa tabanından 30 cm yüksekliktedir. Sofanın tozu toprağı  bu oturma yerine geçmesin diyeaynı taban yüksekliği yatak odalarında da vardır. Sofanın üstündeki taban tahta kaplı olmayıp çatının içi görünür. Burada ahşap çatı kirişlerine kışlık erzak, patlıcan, bamya,  mısır hevenkleri asılır. Dikdörtgen şeklindeki bu sofanın bahçeye bakan uzun kenarında, hem sofayı, hem sofa üzerindeki çatıyı taşıyan yuvarlar katran (sedir) ağacından yapılmış direkler vardır. Sedir ağacı suya dayanıklıdır, çürümez. Yine bu bahçeye bakan sofanın uzun tarafının bir kenarında bahçeye doğru çıkıntı yapan ahşap abdestlik olup, burada az yüksekte içinde su bulunan orak, çekiç kabartmalı tenekelere konulmuş musluktan akan su ile bulaşıklar yıkanır. Pis sular yine teneke bir boru ile aşağıya bahçeye akıtılır. Evin kadını burada bulaşıklarını yıkarken, bahçedeki erik veya kayısı ağacının dalları kadının saçlarını karıştırır. Bu katın diğer yarısını oluşturan kapalı yatak odalarına gelince, bu odaların tabanı da sofaların tozu, toprağı girmesin diye, sofa tabanından 30 santim yüksektir. Bu mazbut kapalı yatak odalarının duvarları yola bakar ve 80-100 santim kalınlığında taş duvardır. Bu kalın duvarlar içine gömülmüş, üzerine ahşap işlemeli, davlunbazlı ocak bulunur. Kışın bu ocaklarda yemek pişirilir. Bu ocağın sağında solunda dışarıya, sokağa bakan dar pencereler vardır. Bu pencerelerin önüne, duvar kalınlığının içine gaz lambaları konur. Bu odalar da yüksek tavanlı olup, tavanlar ahşap kaplamalıdır. Bu yüksek tavanlı odaların duvarlarının yarısında üzerinde çanak, çömlek, sahan, tencere konanahşap işlemeli raflar bulunur. Odaların arasında derin yüklükler olup, yataklar, yorganlar bu yüklüklere konur. Gece yatak yorgan bu yüklüklerden çıkarılır, yere serilerek bu yataklara yatılır. Bu evlerin çatı örtüsü alaturka kiremittir. Türk evlerinde de pencereler dar, kaldırmalı (giyotin) sistemindedir. Pencere kapakları baklalı panjur şeklinde olmayıp, çakma kapak şeklindedir. Türk evlerinin yatak odası pencerelerinin üstünde, küçük tepe pencereleri  olup, bu pencerelerin camları renklidir. Bu odalarda sofaya bakan pencereler de vardır.

Cumbalar (Şahnişin)

Türk evlerinin bazılarında saçaklar geniştir ve bunları ahşap payandalar dayar. Türk evlerinin cumbalarının (Şahnişin) altında bu çıkmayı dayayan profili dökme demir konsollar yoktur. Çıkma içeriden gelen ahşap merteklerin üzerine oturur. Bazen bu çıkmaların (cumbaların) altında çıkmayı dayayan ahşap payandalar olur. Bazılarında altı ahşap profili bağdadi üzerine kıtıklı sıvadır. Türk evlerinde yol tarafındaki alt kat duvarları metrede bir ahşap hatıllı moloz taş duvardır. Üzerinde sıva yoktur. Üst katlar ahşap çatma duvar üzerine bağdadi çıtalı ve kıtıklı sıvadır. Bazı Türk evlerinde alt katta zahire odasının bahçe  tarafında bir oda vardır. Bu oda çamaşırlık, mutfakolarak kullanılır. Abdeshane alt katta bahçenin bir kenarında, ahşap duvarlı bir kabin şeklindedir. Netice olarak ben Rum evlerini makinada dokunmuş halıya, Türk evlerini elde dokunmuş halıya benzetirim. Türk evleri şekil ve büyüklük itibarıyla üç tiptir. (I) Tipi, (L) Tipi, (U) Tipi. Benim yukarıda anlattığım (I) Tipi idi. Şimdi Kaleiçi şiirim;

                               ESKİ KALEİÇİ

DOLAŞTIM KALEİÇİ'NİN
DAR SOKAKLARINDA
KOKLADIM
ŞU YEMİŞ AHŞABIN
ÇÜRÜMÜŞ KOKUSUNU
YÜRÜDÜM
GÜNEŞİ YOLA DÜŞÜRMEYEN
GENİŞ SACAKLARIN ALTINDAN
GÖRDÜM AVLUDA
ÇAMAŞIR DÖVÜLEN
MERMER TAŞINI
DUYAR GİBİ OLDUM
TOKUÇ SESLERİNİ
NARLAR YİNE SARKMIŞTI
     SOKAKLARA
YİNE KONMUŞTU
FESLİKANLAR CUMBALARA
DAR SOKAKLAR
YİNE KÜF KOKUYORDU
YİNE TAŞMIŞTI
ARIKLAR SOKAKLARA

1980'den sonra Antalya Belediyesi Kaleiçi'ni koruma planı hazırlattı. Profesör Gönül Tankut tarafından hazırlanmış olan bu plana göre, Kaleiçi bir kontrola, bir disipline alınıyordu. Kültür Müdürlüğü'nün denetiminde eski durumuna sadık kalmak şartıyla restorasyonlara izin veriliyordu. Kaleiçi'nde süratle restorasyonlar başladı ve Kaleiçi turizme açıldı. Pansiyonlar, oteller ve halılar, kilimler, antika eşya satan dükkanlar çıktı ortaya. Sanırım 1992'de olacak kaleiçi'nde yapılan restorasyonları görmek için koruma planını yapan Prof. Gönül Tankut ile beraberindeki teknik heyet Antalya'ya gelecekti. Belediye başkanı Hasan Subaşı gelecek heyete Kaleiçi hakkında yapacağı konuşma için benden yardım istedi. Gidip kaleiçinde incelemeler yaparak, restorasyonların ne dereceye kadar başarılı olup olmadığı konusunda rapor hazırlamamı istedi. Ben bir hafta Kaleiçi'nde inceleme yaptım. Hazırladığım raporda her ne kadar vatandaşlar tarafından yapılmış olan restorasyonlar pek başarılı değilse de yine de Kaleiçi'ni koruma planının başarılı sayılması gerektiğini bildirdim. "Eğer koruma planı olmasaydı, Kaleiçi ya yanıp kül olacaktı, ya da on katlı apartmanlarla dolacaktı" dedim ve de görüşümü ekledim. Restorasyon işini Kaleiçi'nde evi olan tarihen, sanattan bihaber bakkal İzzet'e bırakırsanız bu iş bu kadar olur. Bence kaleiçi'nde tarihi, mimari ve sanat değeri yüksek olan tipik binaların restorasyonlarını bu binaları kamulaştırarak, devlet veya kamu kuruluşları yapmalıdır dedim. Nitekim Koç'un yaptığı eski jandarma kumandanlık binasının restorasyonları ortada. Ve de son yıllarda, benim 1942'de rölevesini çıkarttığım Kırkmerdiven'in yanındaki evlerin Turban tarafından yapılan restorasyonu ortada. Bunlar çok başarılı oldu. Şimdi bir şiirimle daha bu konuyu bitireyim.

                   YENİ KALEİÇİ

YENİ KALEİÇİ
ŞAİRİN DEDİĞİ GİBİ
NE KAPALI KUTU
NE KAPALI ÇARŞI
PANSİYONLARI
DÜKKANLARI İLE
ADETA
TURİSTİK BİR SİTE
OTEL YAPMIŞ EVİNİ
AHMEDİ, MEHMEDİ
         MUSTAFASI
SOKAKLARDA DOLAŞIYOR
JAN'I, HANS'I, LOLITA'SI
BİR BAŞKA ALEM OLMUŞ
BENİM BİLDİĞİM KALEİÇİ
BİR BAŞKA ALEM OLMUŞ
BEN GÖRMİYELİ BURALARI


Antalya İmar Planı

Antalya'nın imar planı bir hayli geç yapıldı. Sene 1956, Antalya imar planının yapılması için Türkiye çapında yarışma yapıldı. Bu yarışmaya Ahmet Kısmet isminde bir mimar arkadaşımla ben de katıldım. Bu işin uzmanı değildik. Tecrübemiz de yoktu. Bu nedenle dereceye giremedik. Yarışmaya giren 30 proje Belediye Meclis Salonu'nda sergilendi. seçici jüride Avrupa çapında şehirci mimarlar da vardı. İtalyan Piççinato gibi jüri heyeti bir proje üzerinde israrla durmuş. Sonradan öğrendim ki, bu proje akademiden arkadaşım, şimdi Antalya'da karakaş camii'ni yapmakta olan Turgut Cansever'in projesi imiş. Turgut Cansever projesinde halen mevcut Antalya'ya pek fazla dokunmamış, ufak tefek rötuşlar yapmış. Yeni ve modern Antalya'yı Konyaaltı plajı üstündeki, bugün Devlet Hastenesi ve Akdeniz Üniversitesi'nin olduğu platoya kurmuş. Çok ileri görüşlü ve isabetli olan bu projenin kıymetini jüri takdir etmiş ama, jüri de bulunan belediye temsilcileri  "Bu proje güzel olabilir ama, bizce uygulama imkanı yok" diyerek karşı çıkmışlar ve "Antalya şehrinin Konyaaltı plajı üstündeki platoya gittiğini biz değil torunlarımız bile görmez" demişler. Biz çok konuda olduğumuz gibi ileri görüşlü olamamış, bu hatayı işlemişiz ve çok ekonomik, küçük, derli toplu olan bu gün tatbikatı yapılan proje birinci seçilmiş. Tabii bu projenin kafi olmadığı, şehrin büyümesine genişlemesine cevap vermediği çok kısa zamanda ortaya çıkmış, 3 senede, 5 senede bir Tevsi imar planı yapılması gerekmiş. yetmişli yıllardan sonra Antalya Belediye'sinde bir okus fokus döneminde, bir hanı yağma devrinde daha önce planda doğal sit alanı olarak gösterilmiş olan bahçelerve Lara sahil bandı, falezler yağma edilmiş. Bu acı örnekten ders alıp allahın özenerek yarattığı Konyaaltı ve çevresini kaybetmeyiz inşallah.

Bütün bu acılardan sonra çok başarılı bir uygulama olan AKM, Piramit, Kültür Park, Fuar Alanı gibi güzel uygulamalar bizim tesellimiz oluyor. Şimdi yukarıda sözünü ettiğim kötü uygulamayı dile getiren şiirim;

HANI YAĞMA

BİR ZAMANLAR
ANTALYA BELEDİYESİ'Nİ
KIRK HARAMİLER İSTİLA ETTİ
KÜPÜNÜ DOLDURANLAR
ŞİMDİ KAYBOLDU GİTTİ
NE OLDUYSA
O ZAMAN OLDU ANTALYA'YA
KURBAN GİTTİ
O KÖTÜ POLİTİKAYA
NE BAHÇELER KALDI
NE DE LARA
ÖYLE BİR DEVİRDİ Kİ,
O DEVİR
ADETA BİR ÇEŞİT
HAN'I YAĞMA
AMMA NE FAYDA
O GÜNLERİN ACISINI
HALA ÇEKİYOR
TALİHSİZ ANTALYA

Ve bir Antalya'lı olarak şöyle döktüm içimi;

KURTARAMADIM

SEVDİM KEREM'İN
ASLI'YI SEVDİĞİ KADAR,
ÇALIŞTIM
GÜCÜMÜN YETTİĞİ
      KADAR
KURTARAMADIM SENİ
TEK BAŞIMA
AFFET BENİ AFFET ANTALYA


Subaşı Belediyesi

Efendim, sözüme başlamadan içimden gelen inandığım gerçeği baştan söylemek isterim. Ben 80 senedir Antalya'da çok belediyeler gördüm, çok belediye başkanları gördüm. Haşim İşcan dahil Antalya'ya böyle hizmet veren bir Belediye Başkanı görmedim. Subaşını belediye başkanı olunca tanıdım. Bir yakınlığım, hısımlığım yok, ortak bir çıkarım da yok. Ben ununu elemiş, eleğini duvara asmış bir Antalyalı'yım. Eğriye eğri, Doğruya doğru demek benim en büyük zevkim. Evet hatasız kul olmaz elbette ama, Hasan Subaşı'nın yaptığı hizmetler hatasını gölgede bırakır bence.

İlk işe Kalekapısı projesi ile başladı. Pazar Hamamı'nın çevresini yıktı, hamam ortaya çıktı. Saat Kulesi'nin bitişiğindeki dükkanları yıktı, kule bütün güzelliği ile ortaya çıktı. Şarampol Caddesi'ne Kazım Özalp Caddesi dedi, yüzlerce yıllık tophane Parkı'nın ismini değiştirdi, halt etti. Şarampol caddesini trafiğe kapattı, iyi etti. Bu caddeyi Antalya'ya yakışır bir hale soktu. Kışla oteli'nin önündeki havuz ve bu yolun başındaki havuz çevreye renk kattı. Banklar koydu, dinlenme mahalleri yarattı. Şehrin ortasında yoğun ticaret bölgesinde kalan otogarı, modern bir yapı ile olması gereken yere nakletti. Yine büyük sebze meyve halini modern tesisler kurarak şehrin dışına çıkardı. Türkiye'de eşi olmayan Toroslar'ın karlı tepesinden kopup gelmişcesine çevresi ile son derece uyumlu, hafif zarif bir bina olan Cam Piarmit'i ve yine çok güzel bir bina olan AKM, Antalya Kültür Merkezini inşaa ettirdi. Bu güzel binaların çevresini tanzim ettirip, Kültür Parkı yaptı. Burası Antalya'nın en güzel imar edilmiş köşesi oldu. Bu arada park ve Otellerdeki insanların Konyaaltı plajına kısa yoldan ulaşmasını sağlamak için Konyaaltı varyantının önünde Toroslar'ın o muhteşem görüntüsünü kapayan Estergon Kalesi'ni işaa ettiriyor, hata yapıyor. Büyük Otel yıkıldığı gibi bu kale de yıkılmalı bence. Eski Dönerciler Çarşısını aratan, o yere hiç yakışmayan yeni dönerciler çarşısını inşaa ettirdi. Tabii bu iki olayda mimarların kabahati büyük. Tarihi caddelerin isimlerini değiştirmekle çok büyük hata etti. şimdi güzel hizmetlerine eklenecek bir proje önünde duruyor. bence bu proje şimdiye kadar başarılı ve güzel hizmetlerin en büyüğü. Evet eski otogar arsası üzerine yapılacak Belediye Gökdeleni ve Kompleksi. Bir şeyi unuttum. Söylemek isterim ki Antalya'nın misafir odası olan Tophane Parkı'nı ve Cumhuriyet Meydanı'nı Antalya'ya yakışır hale getirdi.Bu meydanın ve Atatürk Anıtı'nın yanındaki küçük güzel park altı senedir kitapçıların koyduğu salaş kitap rafları, naylonlar, muşambalar ile adeta bit pazarına dönmüştü. Son günlerde bu pisliği, bu görüntü kirliliğini kaldırarak bu büyük ayıbı ortadan kaldırdı, ama çok iyi etti. Şehir trafiği konusunda başarılı olamadı. Bakalım raylı sistem bu derdi nasıl halledecek. Dünya şehri diye övdüğümüz bu güzel turistik şehrin kaldırımlarını ihmal etti. Şehrin en merkezi yerlerinde çakılları fırlamış kaldırımları görmezlikten geldi.

DAĞLARI GÜZEL
DENİZLERİ GÜZEL
TABİATI PEK GÜZEL
DÜNYA KENTİ ANTALYA
BİR DE
TRAFİĞİN BİLMECE
KALDIRIMLARIN
İŞKENCE OLMASA

Evet vebali ile sevabı ile yine de Hasan Subaşı Antalya'ya hizmet vermiş başarılı olmuştur. Allah razı olsun, milletvekilliğini kafasından silsin, oturduğu yerde otursun.


Piramit'in Açılış Hikayesi

Üç sene öncesine kadar dostum, kardaşım Hasan Subaşı, Antalya'da bir etkinlik olunca mutlaka bana davetiye gönderirdi. Üç senedir yok, ben de aramıyorum. Biraz ihtiyarladım galiba ama, Piramit açılışına gidesim geldi. Ben Subaşı ile gazeteler aracılığı ile konuşuyorum. Bu sefer de böyle yaptım, aldım kalemi elime şöyle yazdım Subaşı kardeşime;

ÜLEN SUBAŞI KARDEŞ,
SEKSEN SENEDİR
BU MEMLEKETİN
KAHRINI ÇEKEN BENİM
TOZLU TOPRAKLI YOLLARINDA
KOŞTURUP
ÇELİK ÇOMAK OYNAYAN
BENİM
KİREÇLİ SULARINI İÇEN
EKŞİ PORTAKALINI YİYEN
BENİM
ENE DİYEN, GARİ DİYEN
ABU DİYEN BENİM
BEN DE DAVETİYEYE
LAYIK DEĞİL MİYİM?

Gazetede bu yazıyı okuyan Subaşı hemen bir adam buldurup, hem evime hem Antalya Gazetesi'ne iki davetiye göndermiş, sevindim ama, ne fayda bu davetiyeler de işe yaramadı. Dinleyin;

AVARAT VE BEN
OĞLUM VE GELİNİM
ALDIK DAVETİYELERİMİZİ
YANIMIZA
DÜŞTÜK YOLLARA
VARDIK PİRAMİT'İN
YANINA Kİ,
BİR CURCUNA
KAPILARIN ÖNÜ MAHŞER
PİRAMİT'İN ÇEVRESİ MAHŞER
BIRAKIN İÇERİYE GİRMEYİ
KAPILARA YANAŞMAK BİLE
MÜMKÜN DEĞİL
İKİ SAAT YORULDUK AYAKTA
ÜÇ BEŞ İSKEMLE GÖRDÜK
BİR KENARDA
OTURALIM DEDİK AMA
NE FAYDA
"PROTOKOL İÇİN EFENDİM"
DEDİ İLGİLİ MEMUR BANA
BUYURUN CENAZE NAMAZINA
SEKSEN SENELİK ANTALYALI
AKILTOPU
ELİNDE DAVETİYE İLE
KALDI MI AYAKTA...
ÇARESİZ AÇ Bİ İLAÇ
DÖNDÜK YUVAMIZA
KARNIMIZI DOYURDUK
YATTIK YATAĞIMIZA
BEREKET
PROTOKOL YOKTU YATAKTA

Efendim ben bu piramit binasını çok beğeniyorum. Bu bina karlı Toros'ların tepesinden kopup gelmiş bir parça sanki. hafif zarif görünümü ile çevresine son derece uyumlu. AKM de çok güzel bir yapı biliyorum. Bu güzel eserlerin en büyük şeref payı elbette Subaşı'nın ama, bu güzel eserleri yaratan mimarı da merak ediyorum. Tebrik etmek istiyorum Allah varya...

Siyasi Hayatım

Sene 1956, ben mimar olarak Cumhuriyet  Caddesi'nde, Sanat Galerisi ile Cumhuriyet Meydanı arasında bugün yıkılmış, park yapılmış olan yerde, Eski Halk Partisi'nin altındaki büromda çalışıyorum. Bir gün büroma Demokrat Partisi Antalya İl Başkanı Ömer Eken geldi. "Akıltopu önümüzdeki belediye seçimleri bizim için biraz kritik. Bunu için bu seçimlere çok kuvvetli bir aday liste ile girmek istiyoruz ve particiliği bir yana bırakıp, partili olsun olmasın, Antalyalı'nın sevdiği, güvendiği kişileri listemize almayı düşündük. Bu güne kadar şu şahısları listemize aldık. Biliyoruz sen Antalyalı'sın ve Antalya'yı çok seven bir insansın. Antalya da seni seviyor. Antalya'nın ilk ve tek mimarısın. Seni belediye meclis üyeliğine partimizden aday göstermek istiyoruz" dedi. Ve evvelden yazılmış kağıdı önüme koydu. Ben bu konuşmadan sonra hayır diyemedim, kağıdı imzaladım. Böylece siyasi hayatımın ilk adımını atmış oldum. Seçimi rahat kazandık. Belediye Başkanı olarak Ömer Eken'i değil, ilkokul öğretmeni olan İbradalı kitapçı hayret Şakrak'ı seçtik. Ben reis vekili oldum. O günkü grubumuzdan bugün hemen hepsi rahmetli oldu. Salih Sipahioğlu, Ahmet Kasapoğlu, Hatem Atamer ve diğerleri hepsi rahmetli oldu. Bir ben bir de öğretmen Tahir Hoca (Tahir Dağyar) ayakta.

Koltuğa oturduk karşımıza çıkan ilk manzara bizi şaşırttı. Önümüze gelen kağıttaki yazıda bizden evvelki belediyenin, petrol ofisi tesislerinin yakıt tanklarının, Konyaaltı varyantının hemen dibine yapılmasına izin verdiği anlaşılıyordu. Hayret bey bana baktı, ben ona baktım. Olacak şey değil, şehrin burnunun dibinde en kıymetli plajında, seyrengahta petrol ofisi tesisleri kurdurulmak isteniyordu. Hayret beyle hemen karar verdik derhal Ankara'ya gidip bu işi düzeltmeye. Ve gittik Ankara'ya çıktık bakanın karşısına, " Efendim bizler Antalya'nın yeni belediye başkanı ve vekiliyiz. Bizden önceki belediye, petrol ofisi tesislerinin kurulması için Antalya'nın en kıymetli plajı ve seyrangahı olan Konyaaltı'nda yokuşun dibinde yapılmasına izin vermiş, biz bu izni iptal ediyoruz. Burada bu tesisin yapılmasına müsaade etmiyoruz". dedik. Bakan bize "Siz vatan Hainisiniz" dedi. Ben otomatikman cevap verdim "Hayır biz Antalyalıyız" ve ilave ettim "maksadımız size zorluk çıkarmak değil, size uygun bir yer bulacağız" dedik ve şimdiki tesislerin bulunduğu yeri gösterdik. Tesisler burada yapıldı. Şimdi düşünüyorum da keşke oraya da izin vermesymişiz. Efendim yine düşünüyorum da biz belediye olarak pek önemli imar çalışmalarında bulunmadık. Zaten bütçemiz de buna müsaait değildi. Ama övünerek söylüyorum Antalya'nın kaderini değiştirecek çok yanlış işlerin yapılmasına da engel olduk. Meclisimiz görgülü, kültürlü, aklı başında bir meclisti. Birgün Antalya Karayolları 13. Bölge Müdürü Orhan Büyükalp benim büroma girdi, ben gülmeye başladım. "Niye geldiğini biliyorum" dedim ve ilave ettim. "Orhancığım sen kültürlü, memleketini seven bir insansın. Sen belediye reisi olsan, hapisane müdürü Konyaaltı yokuşunun başındaki falezlerin üzerine hapisane binası yaptırmak istese sen ne dersin?" dedim. "Canım onunla bu bir mi diyerek" itiraz etmek istedi. Ben sözüme devam ederek "Greyderlere Akdeniz'i mi seyrettireceksin? Yarın Akdeniz Fuarı yapılacağında bunu Varsak'ta mı yapacağız dedim?" dedim, duraladı. "Akıltopu, ben inatçı bir adamım, kolay kolay istediğimden dönmem ama, sen beni yumşattın, ikna ettin." dedi. Ve bu isteğinden vazgeçti. Sonra muhtelif toplantılarda ve konuşmalarda bu olayı tekrar tekrar anlattı.

Evet yine birgün Alman (Krup) firması Konyaaltı yokuşunun başına muazzam bir otel yapmaya başladı, şaşkına döndük. İmar planında  da burada otel görünüyormuş. Hemen mimarlar odası olarak harekete geçtik. Olayın Vahametini belirttik. Proje mimarı da hatasını kabul etti. Bu felaketi de böylece önlemiş olduk. Yine bir gün Orman Başmüdürü arkadaşım, dostum rahmetli Mehmet Yalçıner büroma geldi. "Akıltopu, beş senedir belediyeye müracaat ederim, bizim programımızda Kıbrıs Akasyası koruluğu yapma projesi var. Bugüne kadar belediye bu iş için bize uygun bir yer göstermedi. Şimdi belediye sizin elinizde, ne olur bize bu iş için bir yer gösterin" dedi. Ben de o sıralar belediye ustalarına Konyaaltı obalarını yaptırıyorum. Bir ara karşımdaki, şimdiki koruluğun yapılmış olduğu yer gözüme takıldı. Mehmet Yalçıner'in sözleri aklıma geldi. Hemen Mehmet Bey'i çağırdım. Yeri gösterdim. Çok beğendi, "tam aradığımız yer" dedi. Durumu Reis Hayret Bey'e anlattım, o da olumlu karşıladı ve Orman Dairesi koruluk fidanları dikmeye başladı. Bakımı ve sulaması belediyeye aitti. Tani şimdi düşünüyorum da, bu koruluğa 12 Eylül Koruluğu ismi verildi. Bence Yalçıner Koruluğu ismi verilseydi daha doğru olmaz mıydı? Benim belediyecilğim uzun sürmedi. Bir ara Hayret Şakrak reislikten düşürüldü, yerine Ömer Eken seçildi. Ben yine reis vekili oldum. Çok geçmeden ihtilal oldu. Bütün belediye encümeni olarak cümbür cemaat Burdur'a mahkemeye gittik, tabii beraat ettik. Benim siyasi hayatım da burada bitti. Esasen ben yapı itibariyle siyaset yapmaya musait bir insan değilim. Bakın şiirimde ne diyorum;

AKLIM ERMİYOR

DOSTLARIM
SİYASETLE NİYE UĞRAŞMIYORSUN
DİYORLAR BANA
BEN DE
BÜYÜK ALİM EINSTEIN'IN
İZAFİYET NAZARİYESİNE
AKLIM ERİYOR DA
SİYASETÇİNİN HESABINA
AKLIM ERMİYOR DİYORUM
ONLARA
BEN İKİ KERE İKİ DÖRT DİYORUM
ONLAR BAZEN DÖRT
BAZEN ONDÖRT DİYORLAR
BUNA
İNSAN AKLI NASIL ERER
BU KADAR KARIŞIK HESABA

Yine bu konuda yazdığım bir şiir.

NEDİR BU ÇEKTİĞİM?

BİR TARİHTE SİYASETE BULAŞTIM
ÇOK GEÇMEDİ
SOL'UN GAZABINA UGRADIM
ÇOK ÜZÜLDÜM ÇOK DA SIKINTI ÇEKTİM
BURDUR'LARA MAHKEMELERE GİTTİM
NEDİR BENİM SOL'DAN ÇEKTİĞİM?
SOL'UN S2SİNDEN HABERİ OLMAYAN
ATATÜRKÇÜ MİLLİYETÇİ KIZIMA
SOL'CU AKRABAN VAR DEDİLER
MENFİ RAPOR VERDİLER
BURNUMUZDAN GETİRDİLER
NEDİR BENİM BU SAĞ'DAN
     ÇEKTİĞİM?
YİNE SOLCU AKRABAN VAR DEDİLER
HEM DE SOLCU BELEDİYELER
BANA ZORLUK GÖSTERDİLER
KIRK YILLIK MESLEĞİMDEN ETTİLER
NEDİR BENİM BU AKRABADAN

          ÇEKTİĞİM?

Antalya'nın Bugünkü Durumu, Problemleri

Bir zamanlar sıtma yuvası dendiği ve kimsenin gelmek istemediği Antalya, bilhassa son senelerde adeta cazibe merkezi oldu. Büyük bir yabancı akını var, nüfus birden arttı. bunun sonucu şehir de süratle büyüdü, yayıldı. Bu büyüme birçok   problemleri de beraberinde getirdi.  Başta trafik olmak üzere, konut sorunu, alt yapı sorunları ciddi bir şekilde ortaya çıktı. Evet dışarıdan akın sonucu bugün Antalya'da Antalyalı son derece az kaldı. Ben bu durumu  1988'de hissettim ve görüşlerimi, duygularımı şu şiirimle dile getirdim.

SEN KAYBOLMA

ANTALYA HAKKINDA
LAF ETMEK
BANA DÜŞER ELBETTE
18 MART 1918 TARİHLİ TAPUSU VAR CEBİMDE
DIŞARIDAN GELENLER
ÇOĞALDI SON GÜNLERDE
KAPIMIZ AÇIK
MİSAFİRLERİMİZE YİNE DE
KIRŞEHİRLİ, YOZGATLI
BUYURSUN GELSİN
        AMMA
ANTALYALIM NE OLUR
SEN KAYBOLMA...

Ve yine 1988'de o günkü görüşlerimi anlatan bir şiirimi yazdım.


BABA NASİHATI

ANTALYALIM, KARDAŞIM
BİZ YAPTIK SİZ YAPMAYIN
ESKİ HATALARI TEKRARLAMAYIN
ANTALYA ANA ŞEHİR
OLDUKÇA BÜYÜDÜ
YAKINDA UYDULARI OLACAK
BANLİYÖLER KURULACAK
HESABINI, KİTABINI
ONA GÖRE YAP
CİDDİ ARAŞTIRMALAR
YAPTIR UZMANLARA
MASTIR PLANLARINI
DİKKATLE HAZIRLA
ŞEHİRDE YEŞİL AZALDI
BAHÇELER BETON OLDU
DİYE ÜZÜL AMMA,
ÇOK YAYILDI DİYE ÜZÜLME
ARTIK EVİNE
YAYA GİTMENİN DEVRİ GEÇTİ
VASITA İLE GİDECEKSİN
         MUTLAKA
EVİN HA YENİKÖY'DE OLMUŞ
HA AKSU'DA
HA TOPÇULAR'DA OLMUŞ
HA HURMA'DA
KAYBEDECEĞİN ZAMAN
ON DAKİKA
ÖNEM VER YOLLARA
TRAFİĞE, ULAŞIMA
İLERDE BÜYÜK DERTLER
AÇABİLİR BAŞINA
ÖNEM VER YEŞİL ALANLARA
KIYILARA
FALEZLERİN ÜSTÜNE
HALKIN YARARINA
SEYREK OLMAK SARTIYLA
SOSYAL TESİSLER
YAPTIR AMMA
APARTMANLAR YAPTIRMA
BİR MİLYONLUK ANTALYA'YI
İÇERDE HAPİS BIRAKMA
DENİZE HASRET BIRAKMA
DENİZE UZAKTAN BAKTIRMA
SAKIN HAPİSANE İÇİN
FALEZLERDEN YER AYIRMA
YARIN AKDENİZ FUARI İÇİN
YER BULAMAZSIN
ŞEHİRDE MESAFELİ
YÜKSEK BİNALAR YAPTIR
      AMMA
RÜZGARLARI KESEN
BİTİŞİK NİZAMDA
DUVAR GİBİ BİNALAR
      YAPTIRMA
ANTALYA'YI İYİ PARSELLE
NEYİN NEREYE KONACAĞINI
    İYİ DÜŞÜN
BU KIYMETLİ KUMAŞI
ZİYAN ETTİRME

(1988'DE YAZILMIŞTIR)

Evet 1988'de böyle yazmıştım. Sanki fala bakmışım, dediklerimin hepsi çıktı, hepsi gerçek oldu. Şehir çok büyüdü, yeni belediyeler doğdu. (Muratpaşa, Kepez, Konyaaltı) konut sorunu fena sayılmaz, trafik felç, kaldırımlar felaket, altyapı felaket, ASAT'ın başı dertte.


Kötü Yapılanlar - İyi Yapılanlar

İlk talihsizlik imar planının yapılışında oldu. Her zaman bizi çıkmaza sokan ileri görüşlü olmayışımız bu konuda da başımıza dert oldu. Şehrin problemlerini baştan hesaplayamadık, sıkıştıkça çare arar olduk. Yeşilleri koruyamadık, yeni yeşil alanlar tahsis edemedik. Tam tersine mevcutları yok ettik. Yapılaşmada yoğunluğu düşünemedik, şehri tıkız ekmeğe benzettik. Tek katlı binalardaki komşu mesafesinin üçerden altı metre bırakırken, on katlı apartmanlarda da aynı ölçüyü uyguladık. Hem havayı işgal ettik, hem yeri işgal ettik. Halbukiyüksek binalardaki maksat yeri yani yeşil alanı işgal etmeyip, göğü işgal etmektir. Ama biz hem yeri işgal ettik, hem göğü. Bina yapılması doğru olmayan yerlere (bahçelere, falezlerin üstüne) ruhsat verdik. Şehrimizi mahvettik. Bugün düşünüyorum da Antalya'nın en tarihi, en turistik, an nostalji kokan caddesi Konyaaltı yokuşundan başlayıp, Konyaaltı Caddesi, Cumhuriyet Caddesi,Cumhuriyet Meydanı, Kalekapısı, Atatürk Caddesi, Fevzi Çakmak Caddesi, Eski Fener Yolu, Eski Rumkuş, Paşa Kavakları'ndan geçip Lara'ya varan güzergahtır. Bu güzergah denize en yakın mesafeden geçer, Antalya'nın en eski güzergahıdır. Bu güzergahın deniz tarafında kalan yerlere nasıl inşaat izni verildi? Antalya'ya en büyük zararı veren bu uygulama olmuştur. (Keşke elimiz kırılsaydı da bu izni vermeseydik.)

Şimdi sırası gelmişken bir anımı anlatayım... Antalya'yı nasıl kaybettiğimizi anlatayım. Sene 1950. Ben Antalya'da tejk mimarım. Birgün Sıtma Mücadele Başkanı rahmetli Elmalı'lı doktor Ferruh Niyazi Ayoğlu büroma geldi. "Oğlum Tarık, benim hastane üstünde 3 dönümlük bir arsam var. Burayı parsellemeyi istiyorum" dedi. Ben merak ettim. Bu arsa nerede dedim. Beraber gittik, bana arsayı gösterdi. Arsa, Konyaaltı Caddesi ile deniz arasında, şimdiki Sağlık Meslek Lisesi'nin hemen yanında bugün benim oturduğum 8 katlı apartmanın üstünde olduğu arsa. Ben arsayı görünce  "Doktor amca buraya inşaat yaptırılmaz" dedim. Doktor kızdı "Sana ne yahu, sen Nafıa Bakanı mısın? Sen parselle gerisine karışma" dedi. Doktor sevgi ve saygı duyduğum bir insandı. Ben nasıl olsa buraya inşaat yaptırmazlar diyerek, bu arsayı 5 parsele böldüm. Paftayı hazırladım, aklıma bir şey geldi. "Doktor dedim bu paftanın üzerine tek katlı bahçeli ev yapılacak diye bir not koyalım mı?" dedim itiraz etmedi. "Koy" dedi. Zaten o da deniz kenarındaki arsada tek katlı bir villa yapmayı düşünüyormuş. Doktor paftayı tastik için Ankara'ya Nafıa Bakanlığı'na göndermiş. Ben bunun tastik olacağına hiç ihtimal vermiyordum. Aradan bir iki ay geçti, doktordan bir telefon "Tarık pafta tastik oldu" demez mi, ben şaşırdım ve de telaşlandım. Çünkü bu 5 parselin cadde üzerindeki 1 no.lu parseli ben almak istiyordum. Bu isteğimi doktora telefonda söyledim. Doktor, "Oğlum evvelden niye söylemedin, ben o parseli Konuk'ların Nadire Hanım'a söz verdim" deyince ben hemen ahbabım olan Nadire Hanım'a telefon açıp, bu arsayı benim almak istediğimi, bu parselasyon planının tastik olacağına hiç ihtimal vermediğim için doktora evvelden söylemedim dedim. Nadire Hanım'ın meşhur cevabı şöyle oldu, "Mescide lazım olan Camiye haram." Konuklar zengindi, evleri de vardı. Netice ben bu arsa üzerine tek katlı güzel bir ev yaptım. Doktora da tam denizin karşısındaki arsasına tek katlı  bir villa yaptım. Ama olanlar oldu, bundan sonra "Ah bizim belediyeler, ah bizim hükümetler". Beş sene sonra buraya dört kat izni verildi. On sene sonra sekiz kat izni verildi. Benim bitişiğimdeki komşum Cihat Kırmızı, müteahhit Halim Ulaşır'la anlaşmış, tek katlı binasını yıkıp, sefertası gibi sekiz katlı bina yapacaklarmış. Benim tek katlı binam bu 8 katlı apartmanın önünde çok biçimsiz kalacak. Neticede iki arsayı birleştirdik ve şimdiki Sağlık Meslek Lisesi'nin yanındaki 8 Katlı Mehtap Apartmanını yaptım. (Antalya'ya yazık oldu.) Bu olayı daha yaygınlaştırın ve Antalya'nın neden bu duruma düştüğünü anlayın. Aynı olay Özel İdare Gökdeleninin karşısındaki denizi, Beydağlarını bir duvar gibi kapayan apartmanlarda da oldu. Netice olarak şunu söylemek istiyorum ki, şehirleri mahveden ne mimarlar ne mühemdisler, ne Ahmetler ne de Mehmetler. Hükümetler, Belediyeler. Şimdi insanı üzen sade burası değil ki, Antalya'nın en tarihi en nostaljik caddesi Yenikapı Caddesi, yani şimdiki Atatürk Caddesi Antalya'nın en tipik, en güzel Rum ve Türk evleri bu caddeüzerindeydi. Nasıl oldu da bu evler yıkıldı, yerine apartmanlar yapıldı. Niye bahçeler kayboldu, niye Lara bandı mahvoldu. Bu caddelerdeki fayton arabalarına ne oldu? Niye Antalya İmar Planı Yarışması'nda arkadaşım, meslektaşım Turgut Cansever'in projesinde olduğu gibi bu Yenikapı, yani Sinan mahallesi olduğu gibi muhafaza edilmedi. Koca Antalya Platosunda yeni yerleşim alanı açacak yer mi yoktu. Yine de Allaha şükürler olsun Kaleiçi kurtuldu. Bütün bu üzücü olayların yanında Antalya'nın misafir odası olan Tophane Parkı'nın, Cumhuriyet Meydanı'nın kurtulmuş olması. Konyaaltı Plajı'nın üstündeki falezlerin üzerinde Pramit, (AKM) Fuar Alanı gibi ve de otogarın, toptancı halin şehrin merkezinden kaldırılıp, modern binalar yapmak suretiyle uygun yerlere nakledilmiş olması insanı teselli ediyor.


PANAROMİK BİR ŞEHİRDİR ANTALYA

DEĞİŞİK KÖŞELERDEN DEĞİŞİK
GÖRÜNTÜLER VEREN
PANORAMİK BİR ŞEHİRDİR ANTALYA
BENCE ÖNEM VERİLMELİDİR BU DURUMA
BU GÜZEL GÖRÜNTÜLERİ
KAPATMAYACAK ŞEKİLDE
YAPILMALIDIR YAPILAR DA
BÜYÜK OTELİ BUNUN İÇİN YIKTIK
KONYAALTI VARYANTININ ÜSTÜNE
KRUPP FİRMASININ OTEL YAPMASINA
BUNUN İÇİN MANİ OLDUK
ŞİMDİ KONYAALTINDA
BİR ESTERGON KALESİ
İNŞA EDİLİYOR
MANZARAYI, TOROSLARI
        KAPATIRCASINA
FESUPHANALLAH, FESUPHANALLAH


İŞTE ÜZÜNTÜM VE İŞTE HEZEYANIM (DİYE)

ROMALILAR KIYILARA
TAŞ KALELER YAPMIŞLAR
DÜŞMANLAR GİRMESİN
        DİYE
BİZ DE KARŞISINA
BETON KALELER DİKTİK
RÜZGARLAR GİRMESİN
        DİYE
DAR CADDELER
KÜÇÜK MEYDANLAR YAPTIK
TRAFİK SIKIŞSIN
        DİYE
AĞAÇLARI BİR BİR KESTİ
ŞEHİR BUNALSIN
        DİYE
KALEİÇİ'Nİ KORUMAYA ALDIK
TARİH KURTULSUN
        DİYE


YOK ARTIK

AĞAÇLARIN YOLLARA TAŞTIĞI
İKİ YANINDAN ÇAYLARIN AKTIĞI
BAHÇEARASI YOK ARTIK
OKULDAN KAÇIP
SOKAKLARDA DOLAŞTIĞIM
NARLARINDAN ÇALDIĞIM
ŞEKER KAMIŞI ALDIĞIM
AĞAÇLARIN GÖLGESİNDE
DERS ÇALIŞTIĞIM
ÇİMENLERİNE UZANIP YATTIĞIM
ARIKLARINDA ISLANDIĞIM
BAHÇEARASI YOK ARTIK
LİSANLARINA ALIŞTIĞIM
ENE, ABU, GARİ
DİYE KONUŞTUĞUM
ANTALYALIM YOK ARTIK

Duyduklarım

Babamın anlattıkları;                    

Sene 1917, babam Elmalı'dan Mal Müdürü olarak Antalya'ya tayin oluyor. Elmalı'dan Antalya'ya annem, annemin babası Yanya'lı Ali Konica ve Niğde'de doğmuş olan ablam dört atın çektiği üstü kapalı yaylı araba ile ve 3 jandarma'nın korumasında meşhur soygun yeri Kargalık Boğazı'ndan salimen  geçip Antalya'ya geliyorlar. Antalya'da Kışla Mahallesi Kemiklik semtindeki Fırıncı Mehmet Efendi'nin (mehmet Temizkalp) ve karısı Zühre hanımın evini kiralıyorlar. Ben 18 Mart 1918'de bu evde doğuyorum. Babam tek katlı taş yapı bu evin bir odasını erzak deposu yapıyor. O zaman kocaları askerde savaşta olan dul kadınlar çok sıkıntı içindeler. Ve bizim evin önünde açız bizi kurtarın diye bağırıyorlar. Babam malmüdürü olarak bunlara para ve erzak yardımı yapıyor. Evdeki erzak odasında bulunan un, buğdaydn veriyor. İtalyan'ların işgalinde babam hükümetin kasasını 4 atlı yaylı arabayla Korkuteli'ne kaçırıyor. O tarihlerde gece bekçileri sokaklarda ahşap direklerde bulunan gaz lambalarını yanlarında taşıdıkları merdivenle çıkar fenerleri yakarlarmış. Geceleyin mahallede dolaşan bekçiler bir evin kapısını açık görünce kapı tokmğını tak tak diye çalar, kapıların açık olduğunu haber verirlermiş. Rum'ların Yunanistana gidecekleri sırada evlerindeki eşyalarını kapının önüne çıkarır satarlarmış. Babam dinine düşkün, beş vakit namazında gerçek bir müslümandı. Anneme sakın Rum eşyalarından bir çöp alma, onlar gözlü mallar sonra seni boşarım dermiş. Rum eşyalarından en çok satılan Singer dikiş makineleri imiş. Sırası gelmişken söyleyeyim, Rum'larla  Türk'lerin dostlukları çok iyiymiş. Hep Türkçe konuşurlarmış. Annemin babası Ali Konica + sene Türkiye'de kaldıktan sonra ailesini Türkiye'ye getirmek için Yunanistan'a yani memleketi Yanya'ya gitmiş ama, yollar kapalı olduğu için dönememiş, orada kalmışlar.   Dedem Konica Beyi Ali Bey, her bey gibi askerliğini Dolmabahçe Sarayı'nda Padişah'ın askeri olarak yapmış. Bizde resimleri var. Boynuna asılı hilal biçimindeki madeni plakette ASAKİRİ SULTANİ yazılı, yani Sultan'ın Askeri demek.


Üsülü Kaptan

Bugün hala hayatta olan doksanını geçmiş iskele adamı Gemici Üsülü Kaptan anlatıyor;

İskelede şimdiki mescidin önünde, kalelerin dibinde Rum Luga'nın kahvesi vardı. Kahvenin önünde barakalar vardı, Rum papaz orada nevruzda duasını okur, denize haç atardı. Haç'ı denizden çıkaranlara papaz para verir, madalya takardı. Sandalcı Gilik, Sandalcı Bali, Papel'in babası Dede bu işte ustaydı.


Turşucu Hamdi

Turşucu Hamdi (Hamdi Aygen) o da doksanını geçmişti ve üç sene önce vefat etti. 80 sene evvelki Antalya'yı anlatıyor. Atlı arabaları Lara'yı, Lara'daki kiliseyi araya gelmekte olan misafir arabaları arkadaki tepelerde görününce çalınan çanları, atsız araba (otomobil) ile Antalya'ya gelen Enver Paşayı, seferberliği, Debboy'u, Çanakkale'de   şehit düşen akrabalarını, medresedeki falakayı, Şarampol'deki ilk buz fabrikasını, Çekirge savaşlarını, kuyulardan içilen suları, evlerin çatısı kurulurken ustaların ellerinde keserlerle yaptıkları takatukayı, çatıdaki direğe asılan çaputları, Rumların Paskalyasını, çok güzel duvar ören ama içinde harç olmayan Rum Horozoğlu ustayı (Bu darbımesel olmuş, halk arasında dıştan güzel, içi çirkin ve de çürük olan şeylere Horozoğlu işi denirmiş), yazın mafyalar (büyük deve) üstündeki köşklerde, davullar önde merasimle yaylaya giden Antalyalı'ları.


Çınar Ağacım

Türkiye Tabiatı Koruma Derneği Antalya Başkanı Tuncay neyişçi 1991'de benim ricam üzerine Selekler Çarşısı'nın önünde, Kadın deresi'nin yanındaki ufak yeşil alana benim adıma iki çınar dikti (söktüler). Daha sonra aynı yere medyanın huzurunda merasimle bir çınar ağacı dah dikti, ağacın altında bir dere taşı ve bakır levha üzerine Antalya'nın ilk mimarı Tarık Akıltopu çınarı yazısını yazdırdı (çaldılar). Ağaç büyüdü, boyu on metreyi geçti, dallarını tamamen budadılar. Ağaç şimdi sivri bir değnek gibi kaldı. Bunları yapan kimdi, maksatları neydi anlayamadım.


LONCAALTI

BİR LONCAALTI VARDI
VAKTİN ZAMANINDA
       ANTALYA'DA
VAKIF İŞHANININ
OLDUĞU YERDE
ÜSTÜ ÇATILI KİREMİTLİ
VE DE TOPRAK ZEMİNLİ
İKİ KAPILI
BU LOŞ MEKANDA
TELLALLAR DOLAŞIR
ESKİ EŞYA SATARDI
        ORADA
HALILAR, KİLİMLERLE
        BERABER
SATILIRDI ESRAR DA
KADIN KISMI GİREMEZDİ
ERKEKLER DE ÇEKİNİRDİ
YANİ
TEKİN BİR YER DEĞİLDİ
BURASI
KENDİNE HAS KOKUSUYLA
BAMBAŞKA BİR ALEMDİ
YONCA DA SATILDIĞI İÇİN
BU MEKANDA
İSMİ YONCAALTI OLARAK
KALDI
SON ZAMANDA


Antalya Lisanı

Biz Antalyalı'yız, eğri oturur, doğru söyleriz. Hayır tam tersine doğru oturur eğri söyleriz. Zakkum'a zıkkım deriz, veledizinaya veledizne deriz, Zerdalilik'e Zerdelilik deriz, biraz demez bicez deriz, nehaber demez, nabar deriz. Bir çocuğu sırtına almaya ebiştirme deriz, bir defa demez bikez deriz. Korkunca ödüm sıttı deriz. Artık demez, gari deriz. Hayret ifadesi olark ene, abu deriz. Ağabey demz, agam deriz. Yüzmeye çimme deriz. Uçurtmaya bayrak deriz, küfretmek istediğimizde adıbatasıca canı cehenneme deriz. Babaya buba deriz, anneye ana, ablaya aba deriz. Uzak demez ırak deriz.

Helvaya halva deriz. Meçikli deriz, ondan sonra demez, ondan keri. Ekşiyi  çok severiz, yufkadır ekmeğimiz, saçta pişer böreğimiz. Biz Antalyalı'yız, doğru oturur, eğri söyleriz.

BİZ ANTALYALI'YIZ
MAVİYİ SEVERİZ
YEŞİLİ SEVERİZ
TURUNCUYU DA
HELE GÜZELLERİ
HUYUMUZDUR NE DEMELİ

Son olarak da Antalya sevgimi anlatan bir kaç şiirim ve veda yazım.

         
ANTALYA SEVGİSİ

FALEZLER ÜZERİNDE
BİR ANTALYALI
BEMBEYAZ OLMUŞ
SAÇLARI
BAKAR DA BAKAR
AKDENİZ'E
BAKAR DA BAKAR
TOROSLAR'A DOYAMAZ


ANTALYALIM

YEŞİLLER AZALDI
BETONLAR ÇOĞALDI
MEYDANLAR UFALDI
TRAFİK AKSADI
YAŞAMAK
ÇOK ZORLAŞTI
AMMA
YİNE DE GÜZELDİR
ANTALYA
AKDENİZİ KURUTAN YOK
TOROSLARI DEVİREN YOK
PLAJLARI GÖTÜREN YOK
FALEZLER ŞİMDİLİK
AYAKTA
YİNE DE GÜZELDİR
ANTALYA

Bir Antalya şiirim daha;


ANTALYAM

BENİM BİR ANTALYAM VARDI
PORTAKAL ÇİÇEĞİ KOKAN
BENİM BİR ANTALYAM VARDI
ENE, ABU, GARİ DİYE KONUŞAN
BİRBİRİNİ TANIYAN, KUCAKLAŞAN
NE PORTAKAL ÇİÇEĞİ KOKUSU
NE AGAM'I, ABU'SU KALDI
NE BİRBİRİNİ TANIYAN
NERDE BENİM ANTALYALIM
NERDE BENİM ANTALYALIM.


FANİ DÜNYA

ŞU FANİ DÜNYADA
HANLAR HAMAMLAR
APARTMANLAR
NEYE YARAR
HEPSİNİN SAHİBİ VAR
ARKAMDA KALACAK
OLAN
SELEKLER ÇARŞISI
ÖNÜNDE
BİR ÇINAR AĞACIM
İKİCİK DE LAFIM VAR


HOŞ SEDA

BİRAZ ÇİZDİM
BİRAZ YAZDIM
BUNLAR BİRER
HATIRA
BİRAZ DA
MESAJ GÖNDERDİM
DOSTLARIMA
MAKSADIM
NE ŞUNDADIR
NE BUNDA
BİR HOŞ SEDA
BIRAKMAKTIR
ARKAMDA


Veda

Sevgili Okurlarım, bende damar sertliği var. Tomografiye girdim, başımın filmi çekildi. Doktor "kireçlenme var, beyin küçülmüş" dedi. Ben bu kafayla, bu beyinle bu kadar yazabildim. Kusura bakmayın. Hoşçakalın.

 

İletişim
Ana Sayfaya Git